17 Eylül 2009 Perşembe

Al/duvak, gelin götürme, pürçek kesme töresi; On dördüncü yazı

Değerli İzleyici,

Al duvak, gelin götürme, pürçek kesme töresi bu kez Kars'tan.

İlginç olan, Ani/Ocaklı Köyü eski Muhtarı Sayın A. Aydın'ın al duvak ve pürçek konusunda söyledikleri.. özellikle pürçek kesme konusunda şaşırtıcı çakışma, doğaçtan örtüşme var.

Biri Kars'ta, öteki Konya Kulu'da farklı yıllarda yapılan iki söyleşi.

'Şimdi.. alınlarında altınlar sarılıydı, pürçekler inerdi (elleriyle yanaklarına dokunuyor) buraya,' diyen, Kulu Belediye Başkanı (1963-68) olan Sayın Mehmet Ali Baran. Meraklısı için, bakınız!
(http://konyakulutekinsonmez.blogspot.com)

Geçmişten günümüze doğru, al/duvak, gelin götürme ve 'pürçek kesme töresi' konulu hayallerle kendinize göre bir düş dünyası kurmanız için söyleşi ile sizi başbaşa bırakıyorum. Stockholm, 17 Eylül 2009

Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez

SORU; Düğünleriniz nasıl oluyormuş, Abdurrahman Bey.. kaç gün sürüyordu düğünler eskiden sizde?
YANIT; Eskiden üç veya dört gün dügün sürerdi. Ekseriyet Perşembe günleri başlardı. Erkekler kendi aralarında, kadınlar kendi aralarında ayrı odalarda davul zurna kesin gelirdi o gece dügün olurdu.

SORU;İlk gün oğlan evinde, davullu/zurnalı. Ya ikinci gün?
YANIT; Perşembe başlarsa, ikinci gün cuma, cuma başlarsa ikinci gün cuma ertesi. Cuma günü (ikinci gün) geline bir kına usulü vardı, şimdi oğlan evinden kız evine kına götürürlerdi... O dügün davetlileri erkek kadın hepsi o kınayı götürürler gız evine, dügün gız evinde başlar artık. O gece de gız evinde dügün yapılır, o gınayı koyarlar gece usulüne uygun... oynarlar, gına yakarlar.

SORU;İkinci gün, kız evinde kına yaktılar. Üçüncü gün?
YANIT; Gelin hazırlandıktan sonra, ertesi gün dügün davetlileri hepsi gelini alırlar, getirirler oğlan evine... Eskiden 'at’a bindirirleridi, evleri köyün içinde oldu mu öküz arabasına bindirdiklerini bile hatırlıyorum.

SORU; Abdurrahman Bey, gelinin üstünde nasıl giysiler olurdu?
YANIT; Gelinin kıyafeti evvela bizim bu yörelerde kırmızı, yani “al” renkli bir “vala” yüzüne örterdiler... “Duvak” denirdi, duvak, al duvak hee! O duvak örtüldükten sonra, Oğlan evine getirirdiler, gayet tabii bir gece de orda dügün devam ederdi.

SORU;Gelini indirirken neler olurdu?
YANIT; Gelini indirirken, oğlan çıkardı bacaya... o (gelini) indirdikleri evin bacasına, artık o zamanın çerezi; elma, fıstık, şu, bu bişeler onu hep seperdi (damat), ordaki halkın gelinin başına.

SORU;Elma, al alma hikayesi de var mıydı? Adem ile Havva elması!
YANIT; Hele bir de elmayı dilim dilim bıçakla böler gelinin kafasına hedef olmak şartıyle, vurdu mu da, geçerli olurdu bazısı boşa olurdu bazısı da tabii hedefe vururdu.

SORU; 'At’tan indirirken neyin üstüne indirirlerdi gelini?
YANIT;İndiririken getirir bir gazan (kazan) koyardılar gelinin ayağına... Gazanı ters çevirir, dabanına koyarıdılar. Böyle bir çay tabağı veya yemek (tabağı) porselen cinsinden! Ha! Gelin inende tam tekmeyi vururdu. O tabak kırıldı mı geçerliydi! Oğlan evine götürürler gelin hanımı, orda da kız sahibi bir yemek verer, gelen davetlilere. Bizde bir usül vardır, hediye usülü hani!

SORU; Gelin attan inemiyor, kayınanası ya da kayınatası ne verecek? Hediyeler bu sırada mı veriliyormuş?
YANIT; Bizim buralarda erkekler kadınlar da tabii, ya bir ahırda, ya bir saman mereğinde, ya büyük bir binada toparlanırdık. Oğlan evi yapıyor bunu. Herkes hediyesini verer ayrı bir liste halinde, para, altın, bilezik her neyse. Gelin, oğlan evine girdiği zaman oturmuyor! O zaman kayınpederi bir inek veriyor, işte birkaç tane koyun olabilir. Bu devam ediyor. Gelin gettiği evin, bir hediyesi ona.

SORU; Abdurrahman Bey, başka neler anımsıyorsun?
YANIT; Hocam, bizim burdaki, gelirdi bunu bilen bir kadın pürçeklerini keserdi, tarardı saçlarını burdan, böyle keserdi, aynı böyle sallak kalırdı, bu pürçekleri ordan çıkarırlardı hep öyle orda devamlı kalırdı. Haaa! Gelin iki gün sonra pürçeklerini meydana çıkarıyor! Hocam! Haaa! Onu da hediyeynen mesela o köyün halkı, yani erkekler değil de kadınlar toplanıyor, herkes bir hediye ufak bir hediye götürürdü.

SORU; O zaman, buna: 'Pürçek açma töreni' diyebilir miyiz?
YANIT; He! Pürçek töreni, pürçek töreni...

SORU; Kızlarda 'pürçek' yok mu?
YANIT; Yok! Kızlarda yok! Gelin olana kadar yok! O 'pürçek açma' yeni gelin olduğuna dair, evlendiğine dair temsili bir şey.
Kars, Temmuz 2003

*Oğuz töresinde al/duvak görselliği, fotoğraflar Tekin Sonmez tarafından 1997’de Sivas’ın bir köyünde çekildi.

16 Eylül 2009 Çarşamba

'Kırk kapılı, binbir kiliseli Ani’ye hoş geldiniz'; On üçüncü yazı

Ani'de Oğuz Türkçesi/Ermeni abecesi yazıt, kilise duvarı, foto, T.S

Değerli İzleyici,

Bu kez bir 'gezgin güncesi' ile buradayım. Yayınlanacak bir arkapalnı da var bu güncenin. Ani/Ocaklı Kars arası zifir bir gece!

Üç ayrı kurum tarafından imzalanan bu belge ile Ani'ye giriliyordu o günlerde. Aşağıda sözü edilen izin belgesi budur. Bir önceki ve ondan önce de nüfus hareketleri ile Kars Platosu'na gelen Turki Diller kullanan Tengrici Şaman Oğuzlar ile Hazara Musevileri konusuna değinmiştim.

Sivas Platosu'nda çektiğim Oğuz üç kız kardeşin fotoğrafı, Konya/Kulu Belediye Başkanlığı yapmış Mehmet Ali Baran söyleşisi ile örtüştü. Bu belgeci çakışmayı Konya Kulu blog'da izleyebilirsiniz. Bloglar arası böyle bir iletişim de var ve bunlar kimileyin paralel sunuluyorlar. Stockholm, 16 Eylül 2009
Sevgi, içtenlik... T.S.


GEZİ GÜNCESİ

Kırk kapılı binbir kiliseli Ani’ye hoş geldiniz, dedi surlardan içeriye girerken. Uzun boylu, insanı germeyen sakin birisiydi.

Kars ili görevlilerinden aldığım izin belgemi ve kimliğimi Orta Kapı’nın içindeki nöbetçi karakoluna bıraktığım zaman, otomatik silahını omuzuna asarak, bana rehberlik yapacağını söylemiş ve yanımsıra sakin bir sesle anlatmaya başlamıştı.

Bir Kaf Dağı Masal Dünyası’na dalmış gibiydim.

Çifte sur, düzeneği ile içeriye girişte yaratılan dolambaç oyunu, arkaik dönemlerde Ani’yi ele geçirmeye çalışan haydutları nasıl yanıltmış! Bunları anlattı bir süre. Kimselerin ulaşamadığı sırları taşıyor olsa da, bunları her önüne gelene veremeyeceğini hissettirmeye özen göstererek yanımda telaşsız yürüyor, yüzüme bakıyor ve göz göze gelmeye gayret ediyor gibiydi bu sırım gibi asker.

Hani genç yaşta bilgeliğe erişmiş de, bir ara askeri üniforma kuşanıp bu arzusunu yerine getirmek için buraya gelmiş gibiydi. 'Önce kullanılan malzemeyi tanıyalım!' Minik bir ova görünümündeki düzlüğün sol yakasına doğru yürürken, makineli silahını bir omuzunda tutuyordu, eğilip yerden birkaç taş kırığı aldı.

'Bu' dedi, ‘bazalt cürüfü en sert taştır; kiliselerin temellerinden yukarıya doğru yükselenler bunlardır. Ortadaki andezit, en üstteki tüf taşı. Kiliselerin en doruklarındaki tüf taşı işlemeye en kolay olanıdır, halk arasında ponza ya da topuk taşı denir.'

Kilise duvarları yükselirken ses ve akustik yapının nasıl elde edildiğini ve duvarların içlerindeki kırma taşlarla oluşan dolgu sistemini anlattı; buna bağlı yalıtımın nasıl başarıldığını betimledikten sonra kaz ötüşlerinden yararlanan ustalık tekniğinden de söz etti ağır ağır.

Güngörmüş bir masal anlatıcısı gibiydi. Bunca bilgiyi nereden derlemiş ve ezberden konuşacak kadar kafasına nasıl yazmış, diye ben düşünürken üçgen plato güz sarısıyla parladı ve sonra keskin altuni renklere büründü. 'Süre doldu dönelim,' dedi.

Güneş Dumanlı Tepelere bir mızrak boyu kalmışken, Ani’deki tapınak taşlarının kızıl altuni rengi daha da kızıllaşmaya başlamıştı. Girişte dolambaçlı, kandırmacalı labirente yan yana girdik ve dışarı çıktık.

'Yarın görevde ben olmayacağım, sabahtan erken çekim için gelirsiniz, başka bir arkadaş size rehberlik eder,' dedi. İsmini söylemeden beni surların dışında, sır ile başbaşa bırakıp yitti...

Bir Kaf Dağı Masalı’ndan çıkmış gibiydim...

Tekin SonMez, Ani, Eylül 1999