19 Aralık 2009 Cumartesi

Urartu mağaraları konulu söyleşi;on beşinci yazı

Değerli İzleyici,

Tarih, tek tek bireylerin istemleri doğrultusunda olsaydı, daha mı iyi olurdu? Yanıt verilemeyecek günümüzde sarsıcı bir sorudur bu.

Nesnel durumlar, yaşayan canlı yerel kaynaklar o bölgede yaşayan insanlarla, (hem bireysel hem de topumsal bellek) karşımıza çıkar.

Onların verdiği anlatılar kralların, feodal oligart derebeylerin, diktatörlerin kısacası kimilerinin hoşuna gitmeyebilir de.

Serberst düşünen bireylerden oluşan kitlesel bellek dağarında bulunanlar, kralların, feodal oligart derebeylerin, diktatörlerin istedikleri tarih değildir. Kuşkusuz, tek tek her bireyin bellek dağarı da yüzde yüz güvenilir bir kaynak değildir. Böyle ise ne yapacağız?

Yine de bu tür, kitleyi ilgilendiren tarih anlatıları tartışmaya açık bir ortamda katılımcı öykülerle ancak belli bir sonuca ulaştırır bizleri.

Arkaik tarih yazarlarını sil baştan ele alabiliriz. Örnekse Amasya doğumlu Roma yurttaşı Strabon(M.Ö 64 – M.S. 24)ne denli güvenilir?

Roma’ya (M.Ö 44) yirmi yaşında öğrenime gider (M.Ö 31) yedi yıl içinde öğrenim görür hem de kendinden önceki coğrafyacılar, gezgin tarih taslakları yazıcılarının öznel notlarıyla 43 ciltlik bir tarih yazar!

Bunun on yedi cildi günümüze ulaşır. Başvuru kaynağı bunlardır. Olgunluk dönemi ürünü olduğu ileri sürülen ‘Historika Hypomnemata’ (Tarihi Hatıralar) adlı yapıt bugüne dek bulunamamıştır.

Amasya doğumlu olduğu söylenen ve fakat Hitit Kapadokyası konusunda hiç bir bilgi bırakmayan Strabon’a bu satırların yazarı dikkatli yaklaşmayı düşünür. İki konu var! Tarih öznel yorumlar mıdır? Strabon’a dikkatli yaklaşmakla konu bırakılır mı? Ne yapacağız?

Yaşayan yerel kitlesel tarihi konuşturacağız. En inanılır kaynak orada.

Bu doğrultuda Ani eski Muhtarı, 1950 doğumlu 1962-65 tarihleri arasında arkeolog Prof Kemal Balkan’ın A.D.T.C. Fakültesi projesi kapsamında yönettiği arkelojik Urartu kazı çalışmalarına 'kalifiye kazıcı' olarak katılan Abdurrahman Aydın ile Urartulardan kalan mağaralar konusunda yaptığım söyleşiyi aşağıda birlikte izleyelim.
Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez
Stockholm, 19 Aralık 2009

SORU; Urartılardan kalmış olan mağaralarda, kimler varmış? Babanız bu konuda da konuştu muydu? Mağaraların açıldığı vadiyi anlattı mı? Orada tarım, bağcılık, bahçecilik yapılmış mı?
YANIT; Evet. O dönemde bir Ermeni ailesi - size izah ettim, Eğri Bucaklı denilen bir mevki var ya!?. Kalenin yanıbaşında bir dere var ya! Size göstermiştim, orda yaşıyormuş. Tavukçuluk yapıyormuş o mağaraların bulunduğu vadide. Mağaraların olduğu vadiyi çok çeşitli meyve ağaçlarıyla süslemiş; narenciyenin dışında hepsi bağ bahçeymiş... Babam bunların hepsini görmüş.

SORU; Hangi meyveler varmış? Üzüm de yetişiyor muymuş?
YANIT; Ceviz, elma, armut, kaysi, kiraz, şeftali hepsi... hepsi yetişiyormuş... hem de o biçim! Üzüm de yetişiyormuş, babam dedi; “ordan bahçenin üzümünü bile yedim! Yedim!” dedi.

SORU; Abdurrahman Bey, şimdi hiçbir şey yok oralarda. Sanki toprak başka toprak... Fakat oraya yakın, bu mağaralarda yakın zamana kadar insanların yaşadığı söyleniyor!

YANIT; Hani bir kaçgöç olmuş ya, bizim köylüler o dereden Kağızman’a kadar gışda gıyamette kaçmışlar. Evlerin pek çoğu yakıldığından, dönen köylülerden yirmi sekiz aile o mağaralarda bin dokuz yüz elli sekiz’e kadar yaşadılar. Evet! 1958 yılında Ankara’dan bir heyet geldi; mağarada yaşıyorlar diye hepsinin ismini-cismini yazdı... Kaç aile yaşıyorsa onlara yeterli para, odun yardımı, muhtarın refakatinde arsa verildi, devlet hepsinin parasını ödedi ve o evleri yaptırdı onları mağaradan çıkardı.

SORU; Bu mağaralar hayvanlar için de kullanıldı mı Abdurrahman Bey? Bana gösterdiğiniz mağaraya kaç koyun girebilir?
YANIT; Çok kullanıldı, aşağı yukarı on sene evveline kadar o mağaralarda koyun, sığır besliyorduk kışın, hem de çok elverişli olur hem su yakın hem de sıcaklık bakımından. Orada öyle üç kuyu-mağara, her biri üç bin koyun alır.

SORU Çökme durumu var mı yok mu?
Yoktur! Zaten onlarda yapı tertibi böyle silindir yapısında. Onun için de bu zamana kadar ayakta kaldılar.

17 Eylül 2009 Perşembe

Al/duvak, gelin götürme, pürçek kesme töresi; On dördüncü yazı

Değerli İzleyici,

Al duvak, gelin götürme, pürçek kesme töresi bu kez Kars'tan.

İlginç olan, Ani/Ocaklı Köyü eski Muhtarı Sayın A. Aydın'ın al duvak ve pürçek konusunda söyledikleri.. özellikle pürçek kesme konusunda şaşırtıcı çakışma, doğaçtan örtüşme var.

Biri Kars'ta, öteki Konya Kulu'da farklı yıllarda yapılan iki söyleşi.

'Şimdi.. alınlarında altınlar sarılıydı, pürçekler inerdi (elleriyle yanaklarına dokunuyor) buraya,' diyen, Kulu Belediye Başkanı (1963-68) olan Sayın Mehmet Ali Baran. Meraklısı için, bakınız!
(http://konyakulutekinsonmez.blogspot.com)

Geçmişten günümüze doğru, al/duvak, gelin götürme ve 'pürçek kesme töresi' konulu hayallerle kendinize göre bir düş dünyası kurmanız için söyleşi ile sizi başbaşa bırakıyorum. Stockholm, 17 Eylül 2009

Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez

SORU; Düğünleriniz nasıl oluyormuş, Abdurrahman Bey.. kaç gün sürüyordu düğünler eskiden sizde?
YANIT; Eskiden üç veya dört gün dügün sürerdi. Ekseriyet Perşembe günleri başlardı. Erkekler kendi aralarında, kadınlar kendi aralarında ayrı odalarda davul zurna kesin gelirdi o gece dügün olurdu.

SORU;İlk gün oğlan evinde, davullu/zurnalı. Ya ikinci gün?
YANIT; Perşembe başlarsa, ikinci gün cuma, cuma başlarsa ikinci gün cuma ertesi. Cuma günü (ikinci gün) geline bir kına usulü vardı, şimdi oğlan evinden kız evine kına götürürlerdi... O dügün davetlileri erkek kadın hepsi o kınayı götürürler gız evine, dügün gız evinde başlar artık. O gece de gız evinde dügün yapılır, o gınayı koyarlar gece usulüne uygun... oynarlar, gına yakarlar.

SORU;İkinci gün, kız evinde kına yaktılar. Üçüncü gün?
YANIT; Gelin hazırlandıktan sonra, ertesi gün dügün davetlileri hepsi gelini alırlar, getirirler oğlan evine... Eskiden 'at’a bindirirleridi, evleri köyün içinde oldu mu öküz arabasına bindirdiklerini bile hatırlıyorum.

SORU; Abdurrahman Bey, gelinin üstünde nasıl giysiler olurdu?
YANIT; Gelinin kıyafeti evvela bizim bu yörelerde kırmızı, yani “al” renkli bir “vala” yüzüne örterdiler... “Duvak” denirdi, duvak, al duvak hee! O duvak örtüldükten sonra, Oğlan evine getirirdiler, gayet tabii bir gece de orda dügün devam ederdi.

SORU;Gelini indirirken neler olurdu?
YANIT; Gelini indirirken, oğlan çıkardı bacaya... o (gelini) indirdikleri evin bacasına, artık o zamanın çerezi; elma, fıstık, şu, bu bişeler onu hep seperdi (damat), ordaki halkın gelinin başına.

SORU;Elma, al alma hikayesi de var mıydı? Adem ile Havva elması!
YANIT; Hele bir de elmayı dilim dilim bıçakla böler gelinin kafasına hedef olmak şartıyle, vurdu mu da, geçerli olurdu bazısı boşa olurdu bazısı da tabii hedefe vururdu.

SORU; 'At’tan indirirken neyin üstüne indirirlerdi gelini?
YANIT;İndiririken getirir bir gazan (kazan) koyardılar gelinin ayağına... Gazanı ters çevirir, dabanına koyarıdılar. Böyle bir çay tabağı veya yemek (tabağı) porselen cinsinden! Ha! Gelin inende tam tekmeyi vururdu. O tabak kırıldı mı geçerliydi! Oğlan evine götürürler gelin hanımı, orda da kız sahibi bir yemek verer, gelen davetlilere. Bizde bir usül vardır, hediye usülü hani!

SORU; Gelin attan inemiyor, kayınanası ya da kayınatası ne verecek? Hediyeler bu sırada mı veriliyormuş?
YANIT; Bizim buralarda erkekler kadınlar da tabii, ya bir ahırda, ya bir saman mereğinde, ya büyük bir binada toparlanırdık. Oğlan evi yapıyor bunu. Herkes hediyesini verer ayrı bir liste halinde, para, altın, bilezik her neyse. Gelin, oğlan evine girdiği zaman oturmuyor! O zaman kayınpederi bir inek veriyor, işte birkaç tane koyun olabilir. Bu devam ediyor. Gelin gettiği evin, bir hediyesi ona.

SORU; Abdurrahman Bey, başka neler anımsıyorsun?
YANIT; Hocam, bizim burdaki, gelirdi bunu bilen bir kadın pürçeklerini keserdi, tarardı saçlarını burdan, böyle keserdi, aynı böyle sallak kalırdı, bu pürçekleri ordan çıkarırlardı hep öyle orda devamlı kalırdı. Haaa! Gelin iki gün sonra pürçeklerini meydana çıkarıyor! Hocam! Haaa! Onu da hediyeynen mesela o köyün halkı, yani erkekler değil de kadınlar toplanıyor, herkes bir hediye ufak bir hediye götürürdü.

SORU; O zaman, buna: 'Pürçek açma töreni' diyebilir miyiz?
YANIT; He! Pürçek töreni, pürçek töreni...

SORU; Kızlarda 'pürçek' yok mu?
YANIT; Yok! Kızlarda yok! Gelin olana kadar yok! O 'pürçek açma' yeni gelin olduğuna dair, evlendiğine dair temsili bir şey.
Kars, Temmuz 2003

*Oğuz töresinde al/duvak görselliği, fotoğraflar Tekin Sonmez tarafından 1997’de Sivas’ın bir köyünde çekildi.

16 Eylül 2009 Çarşamba

'Kırk kapılı, binbir kiliseli Ani’ye hoş geldiniz'; On üçüncü yazı

Ani'de Oğuz Türkçesi/Ermeni abecesi yazıt, kilise duvarı, foto, T.S

Değerli İzleyici,

Bu kez bir 'gezgin güncesi' ile buradayım. Yayınlanacak bir arkapalnı da var bu güncenin. Ani/Ocaklı Kars arası zifir bir gece!

Üç ayrı kurum tarafından imzalanan bu belge ile Ani'ye giriliyordu o günlerde. Aşağıda sözü edilen izin belgesi budur. Bir önceki ve ondan önce de nüfus hareketleri ile Kars Platosu'na gelen Turki Diller kullanan Tengrici Şaman Oğuzlar ile Hazara Musevileri konusuna değinmiştim.

Sivas Platosu'nda çektiğim Oğuz üç kız kardeşin fotoğrafı, Konya/Kulu Belediye Başkanlığı yapmış Mehmet Ali Baran söyleşisi ile örtüştü. Bu belgeci çakışmayı Konya Kulu blog'da izleyebilirsiniz. Bloglar arası böyle bir iletişim de var ve bunlar kimileyin paralel sunuluyorlar. Stockholm, 16 Eylül 2009
Sevgi, içtenlik... T.S.


GEZİ GÜNCESİ

Kırk kapılı binbir kiliseli Ani’ye hoş geldiniz, dedi surlardan içeriye girerken. Uzun boylu, insanı germeyen sakin birisiydi.

Kars ili görevlilerinden aldığım izin belgemi ve kimliğimi Orta Kapı’nın içindeki nöbetçi karakoluna bıraktığım zaman, otomatik silahını omuzuna asarak, bana rehberlik yapacağını söylemiş ve yanımsıra sakin bir sesle anlatmaya başlamıştı.

Bir Kaf Dağı Masal Dünyası’na dalmış gibiydim.

Çifte sur, düzeneği ile içeriye girişte yaratılan dolambaç oyunu, arkaik dönemlerde Ani’yi ele geçirmeye çalışan haydutları nasıl yanıltmış! Bunları anlattı bir süre. Kimselerin ulaşamadığı sırları taşıyor olsa da, bunları her önüne gelene veremeyeceğini hissettirmeye özen göstererek yanımda telaşsız yürüyor, yüzüme bakıyor ve göz göze gelmeye gayret ediyor gibiydi bu sırım gibi asker.

Hani genç yaşta bilgeliğe erişmiş de, bir ara askeri üniforma kuşanıp bu arzusunu yerine getirmek için buraya gelmiş gibiydi. 'Önce kullanılan malzemeyi tanıyalım!' Minik bir ova görünümündeki düzlüğün sol yakasına doğru yürürken, makineli silahını bir omuzunda tutuyordu, eğilip yerden birkaç taş kırığı aldı.

'Bu' dedi, ‘bazalt cürüfü en sert taştır; kiliselerin temellerinden yukarıya doğru yükselenler bunlardır. Ortadaki andezit, en üstteki tüf taşı. Kiliselerin en doruklarındaki tüf taşı işlemeye en kolay olanıdır, halk arasında ponza ya da topuk taşı denir.'

Kilise duvarları yükselirken ses ve akustik yapının nasıl elde edildiğini ve duvarların içlerindeki kırma taşlarla oluşan dolgu sistemini anlattı; buna bağlı yalıtımın nasıl başarıldığını betimledikten sonra kaz ötüşlerinden yararlanan ustalık tekniğinden de söz etti ağır ağır.

Güngörmüş bir masal anlatıcısı gibiydi. Bunca bilgiyi nereden derlemiş ve ezberden konuşacak kadar kafasına nasıl yazmış, diye ben düşünürken üçgen plato güz sarısıyla parladı ve sonra keskin altuni renklere büründü. 'Süre doldu dönelim,' dedi.

Güneş Dumanlı Tepelere bir mızrak boyu kalmışken, Ani’deki tapınak taşlarının kızıl altuni rengi daha da kızıllaşmaya başlamıştı. Girişte dolambaçlı, kandırmacalı labirente yan yana girdik ve dışarı çıktık.

'Yarın görevde ben olmayacağım, sabahtan erken çekim için gelirsiniz, başka bir arkadaş size rehberlik eder,' dedi. İsmini söylemeden beni surların dışında, sır ile başbaşa bırakıp yitti...

Bir Kaf Dağı Masalı’ndan çıkmış gibiydim...

Tekin SonMez, Ani, Eylül 1999

30 Ağustos 2009 Pazar

Tarih Kars Platosu nüfus hareketleri; On ikinci yazı

Kars Platosu Urartu, Hurri arkeoloji alanı ; foto by T. SonMez

Değerli İzleyici,

Boğazköy/Hatuşaş metinlerinin topluca gözden geçirilmesiyle ortaya çıkan bulgularda Hititler’in en az sekiz iletişim dili kullandığını Ceram söylüyor. Bunlardan Akadca, Sümerce, Eski Hintce, Luvice, Hititce ikinci elden, Hurrice ise ilk elden Kars Platosuna dayanır. Salt Hititce’de değil, Protohattice ve Luvice’de tanrılar pentaonunda Hurrice adlar bulunduğunu Ceram söylüyor. Fakat tüm bu ilişkilerde Kars Platosu ile Hurriler bağıntısını önemsemiyor ya da görmüyor.

Örneğin Hitit Kralı Muvaltallis’in (M.Ö. 1300’lerde) yazdırdığı bir dinsel tören ilahisinden şu parçayı alıyor, buradan yola çıkarak Hititlerin nereden geldiğini soruşturuyor. Birlikte izleyelim: ‘Göklerin güneştanrısı, insanlığın çobanı!/Denizlerden çıkıp yükselirsin göklerin güneştanrısı!’ Burada, Ceram’ın parmak bastığı ikinci dizedir:

‘Denizden çıkıp yükselirsin güneştanrısı!’ Sonra da yorum yapar: ‘Muvatallis zamanında Hititler, en az dört yüzyıldan beri Anadolu’nun iç kesiminde oturmaktaydılar. Anadolu’da oturanlar için ise güneş asla denizden çıkıp yükselemeyeceğine göre, bu seslenişte ancak geçmiş yüzyılların bir anısı söz konusu olabilir.’

‘Geçmiş yüzyılların anısı,’ konusunda haklı olabilir Ceram.
Fakat, ardından da göreceli olarak Hititlerin Avrupa’dan Karadenizi görerek geldiklerini varsaymak uğruna ikircikli bir yoruma yönelir. Daha sonra kendisine esnek bir hareket alanı hazırlar; ‘..bu durum her iki yön için de geçerlidir. Göçler sırasında Hititler, Karadeniz’i de, Hazar Denizi’ni de sol yanlarında görmüş olabilirler,’ der.

Teorik açıdan bu ‘göreceli/ikircikli’ bakış, Hint Avrupa dili kullanımına göre endekslenmiştir ve bu neden Hititlerin Avrupa’dan gelmeleri varsayımına yöneltmiştir Ceram’ı. Bu ikircikli teori, Ceram’ın görüşleri içindeki en zayıf halkadır.

Arkeolojik kazılar sonucu ele geçen bulgularla Hint Avrupa dillerinin ana çıkış kaynağı olarak bugün Çatalhöyük gösterilmektedir. Eski görüş doğrultusunda olsa Hititler Karadeniz’de güneşin doğuşuna tanık olabilseler, dört yüzyıl ‘altbilinç’de korunan bu izlek nesnel olabilse, gelirken yanlarında Grek/Trak Tanrıları’ndan birkaçı ile Viking/Germen Tanrıları’ndan Oden, Freja, Tor gibi en az birisi ile yola çıkacaklarından Ceram’ın kuşkusu olmasın.

Bu,ikircikli durumu bizzat kendisi yarattıktan sonra Ceram, olası ki tarihin önünde soylu bir şekilde ürperir ve şu itirafı yapar; ‘Bu Hint – Avrupa ulusunun (yani Hititlerin) kral adları, Hint – Avrupa dilinden değildir. Başlangıcından itibaren hep Protohattice’dir.’

Bellek izleğine gönderme yaptığı ve Protohattice diye adlandırdığı dil aslında Kars Platosu’nu merkez yapan Hurrice’den başkası değildir. Bir protohattice dili vardır fakat Ceram, Hitit kral adlarının yazılışının Protohattice değil Hurrice olduğunu bildiği halde başka bir örnek verirken önceki açığını derinleştirir. ‘Aynı durum,’ diye tümcesine koyulan Ceram: ‘Hitit tanrı adlarında da görülüyor. Tanrı adları da ya Protohattice ya da Hurricedir,’ der.*

Kars Platosu’nu merkez yapan Urartu öncesi Hurriler tanrı tanrıça adlarını Hititler’e nasıl ulaştırdılar ve egemen kıldılar sorusuna yanıt beklemeyeceğiz Ceram’dan. Bu sorunun yanıtı, tarih öncesi nüfus hareketlerinin oluştuğu bölgeleri/yolları içerir.

Bu da ilgili kültür katmanları kaynağına götürür bizi. Bu tarih katmanları farklı kavimlerin siyasi, askeri ve nüfus hareketlerine; (yineliyorum nüfus hareketlerine) ve tarih öncesi yerleşim ve dağışım merkezi rolü üstlenen tarih üçgenlerine bağlıdır.

Anadolu’yu ortak payda altında toplayan tarih öncesi olgu budur.

Makro plandaki nüfus hareketlerine bakarak Hititler, Hurriler, Urartu üçlüsünün yarattığı paganik kültür dokusu üzerine daha sonra, Hazara ve Oğuz nüfus hareketleriyle İslamiyet öncesi şamanik doku kültürlenmesini bu çerçevede görebiliriz. Bu bir bileşkedir.

Baba İshak** nüfus hareketleri, Simavna Kadısı Şeyh Bedrettin*** kültürlenmesi; Al/evi/Al/duvak, Bektaşi/Kızıl/baş sentezli Anadolu’da oluşan dalgalar bu kaynaklara bağlıdır. Hurriler, Hititler, Urartu üçgeni üzerinde; yeni sentezin mimarlarını "Türkik dil" **** kulanan Hazaralar ile Oğuzları buluruz. Kitlesel nüfus hareketleriyle 6., 7., 8., 9., 10. yüzyıllarda Kars Platosu tarih sahnesine yerleşirler, burada lojistik taban oluşturur ve Coruh Kanyonları üzerinden Sivas Platosu'na ve Kayseri/Kapadokya çanağına; Hitit toprağına yerleşirler. Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli gibi elitlerin Kapadokya'yı seçmesi rastlantı değildir.

Sentez/bileşke burada mayalanır ve yayılır. Kars Platosu sosyal, siyasal, ekonomik,teolojik ve nüfus hareketleri geçmişiyle bizden önceki düşünürlerin hayal sınırlarını çok aşıyor, dediğim (Anadolu bileşkesi ile kökenlik ortak paydası olan Gregoryan ruhaniliğini (İ.S.301)işlemek üzere ayrı tutarak)coğrafya, tarih, kültür üçgenleri buradadır. Bizden öncekiler düşünmedi diye bizler de düşümeyelim mi?

Bu, bir tarihe nüfus hareketleri doğrultusunda bakış açısıdır ve Kars Platosu olmadan Ceram’ın kurduğu Hititlerin kültür olgusu çatısı, temel tarih planı ile boşlukta kalır.

Tekin SonMez

*C.W.Ceram, Tanrıların Vatanı Anadolu, s.72, Remzi Kit., İst.
**Ç.Yetkin,Türk Halk Hareketleri ve Devrimler, s.84-86, May Y.,İst.
***O.Hançerlioğlu,Felsefe Ansiklopedisi,c.1 Remzi Kit., 1976 İst.
****Arthur Koestler, On Üçüncü Kabile, s.24, Say Yay., İst.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Urartu, Hurri, Ani üçgeni; On birinci yazı

Ani Platosu, Urartu/Hurri/Ani Üçgeni'nin kalbidir; foto by,T.SonMez

Değerli İzleyici,

Kars Platosu başlığı altında dağınık olmayan, fakat birbirlerinden kopuk görünebilir kısa anlatılarla belli bir noktaya doğru ilerliyoruz. Bu büyük coğrafyanın mikro noktaları var, ilkin buralara takılırsak makro plandaki nüfus hareketlerini gözden kaçırırız. Kars Platosu sosyal siyasal eonomik geçmişiyle bizden önceki düşünürlerin ve önderlerin sandıklarından çok büyüktür. Buna yaklaşmayı deniyorum.

Coğrafi planda ‘Hayal Üçgenleri’ diye adlandırdığım bölgenin, Kars ile bağlaşık açısında Urartu kalıntılarını, Ani örenlerini de içeren tarih planlı budunbilimsel sosyal üçgenler var. Örneğin birisi; Hurri, Urartu, Ani kültür üçgeni. Bir de bu üçlüye önkültür oluşturan tarih öncesi tozlu topraklı labirentlerin içinde unutulmuş, fakat bu bölgedeki uygarlık kilometre taşlarından en önemlilerinden biri Hurriler var. Örneğin makro planda Hurri, Hitit, Mitanni tarih üçgeni var.

Hurri Kültürü’nün, zaman tünelinde unutulan ya da yiten kalbi var!

Evet! Şimdi objektifimizi buraya döndürüyoruz. Bu bölgedeki doğa örtüsü ve iklim özellikleriyle yüksek dağların ortasındaki korunaklı bir plato oluşu, tarih öncesi çağlardan en eski dönemlere ait arkeolojik buluntularla zenginleşiyor. Av hayvanları zengin çeşitliliği ile Kars Platosu bölgesi önemli nüfus ve iskan hareketlerine sahne olmuş.

Son kırk yıl içinde yeni keşiflere açık Urartu öncesi buluntularla Kars/Kağızman yakınlarında bulunan 'Yazılıkaya' kayaaltı sığınağı ile 'Kurbanağa Mağarası'nda üst paleolitik nitelikte pek çok kaya resimleri bulundu. Bilim insanları bunların ‘on iki bin ile yedi bin yıl öncesi’ bir döneme tarihlendiğini ileri sürdüler. Ortaya çıkarılan 'erken bronz çağı' kültürünün bu bölgedeki arkeolojik bulguları söz konusudur. Bu bölgede, Urartu öncesi Hurri varoluşunu gösteriyor.

Tarih öncesi iki binli yıllarda dorukta bulunan Hititlerin sanat ve din açısından ilk başlarda Hurriler’in etkisinde kaldıklarını, bir Hitit uzmanı olan C.W.Ceram da “Tanrıların Vatanı Anadolu” isimli yapıtında itiraf ediyor.

‘Boğazköy metinlerinin topluca gözden geçirilmesi, bunların en az sekiz dil kullandıklarını ortaya koyuyor.' Ona göre; 'Akadca, Sümerce, Eski Hintce, Hurrice, Protohattice, Luvice, Balayca, Hititce.’

Kars Platosu’nu ilgilendirdiği için devam ediyorum. Ceram’ın üstünde durduğu: ‘Hititler’in Küçük Asya’ya göç ettiklerinden kuşkumuz yok!’ diye yazmasına karşın: 'Sorun şudur,' der ve ortaya çok önemli sorusunu atar:‘Nereden gelmişlerdir bunlar?’ Bu sorunun yanıtı, tarih öncesi nüfus hareketlerinin oluştuğu bölgeleri ve geçtikleri yolları içerir ve bu da bizi ilgilendiren kültür katmanları kaynağına götürür.

Üstelik kaldı ki bu nüfus hareketlerinin açık ucunda Musevi Hazaralar, son yüz, yüz elli yıllık süre boyunca Kars Platosu güncel tarihini de kapsıyor. Buradan Anadoluya kitlesel yerleşme gerçekleştiği için buna ayrıca daha geniş zaman ayıracağım.

Tekin SonMez

14 Ağustos 2009 Cuma

Kars Platosu ve Şamanist, Budist, Yahudi, Hıristiyan Türk; Onuncu yazı

Mimari sentez; Oğuz çadırı formu Ani'de kilise çatısında;foto by,T.S.

Değerli izleyici,

Kars Platosu’na girmek.. Oğuzlar, Hazaralar, Gagavuzlar demek.. (Hurri, Urartu.. tarih öncesi kayıt belge türü verileriyle birlikte) yakın dönemler için de elden geldiğince bağlantılar kurmak, ağızdan ağıza dolaşan asılsız söylentilerin ötesinde canlı veriler sunmak demektir. Veriler; örnekse ilişikteki fotoğraf; Oğuzlar'ın Kars Platosu'nda kıl çadır biçemi o dönem mimari bir form bileşimi olarak Ani'de kilise çatısına yansır. M.Fahrettin Kırzıoğlu'nun yazdığı; ‘Bizans'ın tesiriyle Ortodoks Hıristiyan olan Apkaz Bağratlıları’* örneğine bir yanı ile benzer söyleşiyi, Gregoryan ruhaniliği döneminde o inancaya bağlanan Oğuzları göz önüne alarak ve konunun Kars Platosu ile yakın dönem güncelliğini de bilerek sunuyorum. T.S.

Moldavya Bilim İnsanlarından Dr. Antropolog (Budunbilim) İstemi Han Stephan Curoğlu ile yaptığım bu kısa söyleşi başlarken; 'Türk/Kurt ikilisi, Hıristiyan Ortodoks Gagavuz Türklerinde nasıl bir iletişimle ne tür bir sentez/bileşim sonucu günümüze vardı,' diye sordum.**

Asyalı Türk kült ve kültürlerinin, Hıristiyan Gagavuzlar arasında nasıl yaşadığını ve günümüze hangi kalıtlar aktardığını anlatırken,Dr İstemi Han Stephan Curoğlu bizlere yumuşak serzenişlerde bulundu;‘Temiz Türkçe’yi, Moldavya’da yaşayan biz Gagavuz Türkleri konuşuruz. Türkçemizde sizin kadar arabi, farsi yoktur,’ dedi.

‘Kurt kültü Gagavuz Masalları’nda vardır,’ diyen Curoğlu, şöyle sürdürdü: ‘Bizde canavar, yabanı, ağız kilitlice, bunlar hep Kurt anlamındadır ve dokuz on anlamdaşı vardır. Yedi yıldız: Büyük Araba, öteki yedi yıldız ise Küçük Araba, adlarını alırlar. Bu yedi yıldızdaki dörtlü, arabadır ve ilerideki ikisi öküzlerdir ve daha ilerideki bir tek yıldızcık ise, o, işte Kurt’tur, yol gösterir,' ayrıca; ‘Ocak: Büyük Ay; Şubat: Küçük Ay; Nisan: Çiçek; Mayıs: Hıdrellez; Haziran: Kiraz; Eylül: Üzüm Ayı; Ekim: Kurt Ayı adlarını taşırlar,’dedi.

Curoğlu’nun söylediklerine göre, bugünkü Hıristiyan Gagavuz Türkleri’nde ateşe tapınım kültü de var. Diyor ki; ‘Bu halkın ataları daha dokuzuncu yüzyılda, tengrici şaman Avrupalı göçevili insanlardı.'

‘İlkin Peçenekler, Komanlar, Türkmenler, Oğuzlar, Kıpçaklar peş peşe gelip birbirlerine karışmış. Daha on üçüncü yüzyılda, Gagavuz adı verilmiş bu halka ve o tarihlerde Balkanlar’da bir devlet kurulmuş ve yüz yirmi yıl yaşayan bu devlet, kırmızı zemin üzerinde, bir şahin ya da doğan simgeli bir bayrak dalgalandırırmış Avrupa’da. Başkent, Balçık; bugünkü Bulgaristan’da, Varna’dan uzak değilmiş. Hıdrellez ise bir yortuya dönüşmüş, diyor ki;

‘Mayıs’ın ilk günlerinde kuzu kurbanı yapılır, bulgurla fırına verilen kuzu yenildikten sonra, kemikleri sarılıp toprağa derin gömülür ki, köpekler bulup çıkarmasınlar, buna özen gösterilir,’ diyor Dr. Curoğlu ve ekliyor: ‘Kuzunun kanı, herhangi bir şeye akarsa, o da gömülür. Eski bir Türk kültü olan gelenek ise üç dört gün sürer.’

Kız istemeler, görücülük, nişan, düğün geleneklerinin yanı sıra, Türkçe’de başlık tanımı, onlarda anatopu, babahakkı olarak yaşamış. Bu Ortodoks Hıristiyan Türk toplumunda, ‘Kurt Yortuları, tabuları’ bulunduğunu söyleyen Curoğlu, Hıristiyan Gagavuz Türk Devleti’nin 730. kuruluş yıldönümüne, Türkiye’den herkesi ‘buyur’ etmiş.

Asya’dan, Karadeniz’in kuzeyinden 900’lerde gelip, Boztuba dolaylarına, Dobruca topraklarına devlet kuran ve oraya ‘Kurt, Demir, Taşcu gibi erkek, Menevşe, Gül, Sedef, Sümbül, Mercana gibi kız adları bırakan ve fakat Hıristiyan olan bu insanlar: İslam/Arap adları taşıyan Anadolu Türkleri için yeni bir bakış açısı oluşturuyorlar.

‘Biz’ diyor Dr. Curoğlu: ‘Hepimiz, büyük Türk Ağacı’nın dallarıyız fakat biz, daha çok Oğuz Türklere yakınız ve otuz dört Türk Halkı’ndan birisiyiz.’

‘Bir gün, Gagavuzların da İslamileşmeleri olur mu?’ diye nazik bir soruyu, masaya bırakıyorum ayrılmadan önce. O yanıtlıyor;

‘Gagavuz Türkler’de Şamanizm daha çoktur; bunu değiştirmek, kavgalı ve karıştırmalı olur. Düşünüyorum; Şamanist, Budist, Ortodoks Hıristiyan, Yahudi her dinden Türk vardır ve bunlar o Büyük Ağaç’ın dallarıdırlar, bu ağaç Türk Ağacı’dır.’

*M. Fahrettin Kırzıoğlu, Anı Şehri Tarihi,1982, Ankara
**Tekin SonMez, Varlık Dergisi, Mayıs 1993, İstanbul,

Ani'de kilise duvarında Ermeni abecesiyle Oğuzca yazı;foto by,T.S.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Dersimiz Coğrafya, Kars Platosu’na Giriş; Dokuzuncu yazı

Değerli İzleyici,
Dünyanın çatısı duygusunu veren bu dağ katmerlerini, Kars Platosu'na Batı'dan bakan bir doruktan Tekin SonMez çekti. Yeri geldikçe bu çekimlerle ilgili yasal düzenekli açıklamalar yapılacak. Şimdi, Kuzey'de Hazaralar'ı bir an sessiz bırakıp, Kars’ı merkeze alan üçgene ve tarih öncesi arkeolojik buluntularla süslü Urartu konusuna da girmeden, coğrafya dersimize biraz zaman ayırmamız gerekiyor. Çevresini veren bir harita elimizde. Doğu Anadolu diye tanımlanan alana bakıyoruz.

Asya’dan uzayan karasal bağların Hazar Denizi’ni kuzeyden geçişe uygunluğunu; özellikle yazlak ve kışlak yaşam koşullarına uygunluğunu; bitek topraklara, bol akarsulara sahip bir bölge olduğunu da göreceğiz.

Yukarıda Hazarya ile Karadeniz’e doğrudan uzayıp yükselen Kafkas Sıradağları’nın göğüsleri altında Doğu'su Hazar Denizi, Güney'i Ağrı/Ararat oylumu ile doğal sınırları esnekleşen büyük plato, tarih öncesi avcı toplumlar için en korugan yaşam koşullarına sahipti ve Kars bu yüksek verimli büyük platonun Batı'ya açılan Kapısı’dır.

Bu gözlemin peşi sıra, Erzurum, Hasankale, Soğanlı yaylaklarından gelen ve Doğu’ya akan Aras Irmağı’nı esnek bir sınırlama sayarak, Kuzeyde Karadeniz Dağları’nı bulalım. Burada bazı kaynakları ile Çıldır Gölü Deltası'ndan gelen ve büyük bir yay çizerek Karadeniz'e dökülmeden önce Batı’ya hızlı akan Coruh Kanyonları'nı görelim.

Hazar Denizi’ne geniş tabanı ile yaslanan bu üçgen Kars Platosu’nu Batı’ya doğru çeker ve daralarak uzanır. Üçgenin dik açısı Sivas Platosu’na ulaşan Roma döneminde de kullanılan tarih öncesi doğaçlama yol, Coruh Kanyonlarında Oltu/Şenkaya,Tortum, Bayburt, ötede Kelkit Çayı’ndan Yeşilırmak Deltası'na açılır ve Sivas Platosu’na ulaşmayı sağlar; bu platoya ulaşamayan Orta Anadolu'ya adım atamaz.

Kafkasların eteklerinden, Hazar Denizi kıyısını saran Kars Platosu odaklı üçgenin Anadolu’ya uzayan engebeli alt çizgisine bakalım.

Karadeniz Dağları’nın güneyinde bir ucu Karasu, Aras silsilesinin batı bölümü olan Malatya ve Çapakçur çöküntü alanının yarattığı sıkışık manzaralı Tunceli Dağları, öteki ucu yine Karasu ve Aras güneyinde kalan sıradağlar ve bunların ucundaki Ağrı-Ararat Volkanı Kars Platosu’nu Güney'den tanrısal bir şemsiye gibi özel korugan duruma getirir. Plato’nun en alçak yeri sekiz yüz metre ile Iğdır Ovası’dır.

Erzincan, Tercan, Erzurum ve Aras boyu doğal gerilimli yüklü dağ zincirleri Gavur Dağı, Kop Dağı, Cuşan ve Keşiş Dağları gibi üç bin metre dolaylarındaki yükseklikler de, Kars Platosu’na Güney Batı'dan ulaşımı zorlaştıracak doğal korugan engellerdir.

Kimi düzlükler yer yer çöküntü alanlarıyla yüksek dağları ortaya çıkarsa da bir yanıyla Kafkaslar’ın eteklerine ve öteki yanıyla Hazar Denizi’ne sınırdaş Kars Platosu’nu tarih boyunca bu coğrafi örtü, bu yönlerden olası saldırılara karşı korudu. Bu bölgenin orta kısmı dağların birbirlerine yaklaşmaları nedeniyle doğal bir kale manzarası gösterir.

Batı ve Güney Batı'dan, ya Karadeniz Dağları yönünden gelerek Kars Platosu’na askeri utku sonucu ulaşan orduları tarih yazmadı. Farklı kavimlerin siyasi, askeri ve nüfus hareketlerine Batı'dan engel olup Kuzey'den yol veren Kars’ın önemi sanırım şimdi biraz daha belirecek.

Bu coğrafya gözlemimizden sonra ilkin arkaik Urartu bölgesine; Kars merkezli minik üçgen’e, sonra Kafkaslardan sel suları gibi kopup gelen nüfus hareketlerinin merkezi Hazaralar'a bakışlarımızı çevirebiliriz.
Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Kars Platosu Yazılarının Arkaplanı; Sekizinci yazı

Değerli İzleyici!
Kars Platosu yazıları demek kolay! Bu konuda dizgeli ilk notlarıyla Varlık Dergisi’nde (1992-93) yayınlanan makalelerin yazılım ortamını, yazarının bu konuya bağlı başlangıç çalışma sürecini özetleyelim.

Bu makalelerin ilk fragmanlarla ortaya çıkması Berlin Duvarı’nın hemen yıkılış sonrası, Avrupa’yı saran belirsizlik rüzgarlarının şiddetle estiği; siyasal sosyal, ekonomik ve ‘güçler dengesi’ planında Sovyetler Birliği’nin bıraktığı boşluğun, hangi güçler tarafından doldurulacağının kestirilemediği yıllardı. Berlin’e ‘Berlin Senatosu konuğu’ alarak gelmiş ve ‘Söylence Berlin’isimli romanımı yazmaya koyulmuştum.

İsveçli Türkolog Eva Agnes Csate Johanson ve Moldavya Cumhuriyeti ile kimlik kazanan Gagavuz bilim adamı Hıristiyan Türk İstemi Han Stephan Curoğlu ile bu dönem karşılaştım. Oğuzlar’ın bir bölümünün Musevi bir bölümünün Hıristiyan Katolik olarak karşıma çıkmalarını ve ötesini o günlerde düşünmeye başladım, Varlık'ta(1992-93) yazdım.

O günlerde kendime şunları sordum: ‘Oğuzlar, Anadolu kökenli ve herhangi bir ‘ırk aidiyeti’ olmayan Gregoryen ruhaniliğine katılmış olamazlar mı? Avrupa’da, Gagavuzlar ve Karaimler’de görülen bu ‘sosyal realizm’; islami değerler öncesi Anadolu’da, ticaret aracılığıyla bazı Oğuzlar tarafından belli sürelerde yaşanmış olabilir mi?’

Bu satırların yazarı olarak, o günlerde bir yıl kadar süren bütün Hindistan gezginliğimi (1990) tamamlamış, büyük hindu üçlemeye bağlı Lord Siva’yı; onun öteki isimlerinden ‘Ardahanisvara’yı öğrenmiş ve bunun Sankritçe kaynağını kavramakla birlikte, Kars Platosu’ndaki ‘Ardahan’ ilişkisini düşlemeye başlamıştım.

Sıfır sayısını bulan Hint felsefesine bağlı Brahma, Siva, Vişnu üçlemesinin ve ‘Ardahanisvara’ ile ‘Ardahan’ esinlerinin verdiği çağrışımlarla başlattığım ve hemen ardılı bir yıl süren Güney Amerika gezginliğimi (1991) tamamlamış ve Avrupa’ya, Berlin’e dönmüştüm.

Tengrici Şaman Oğuz boylarına bağlı ve fakat evrilme sonucu ‘Hıristiyan Gagavuz’ ve ‘Musevi Karaim’ Türk grupları üzerine düşünmem ve onları çalışma konusu yapan sosyalbilimcilerle ve dilbilimcilerle karşılaşmam ve yazmam ve Tengrici Şaman Oğuzlar üzerine yoğun düşünmeye başlamam bu yıllara tarihleniyor.

Muğla, Köyceğiz Gölü, Sandraz doruklarına gelen ve ‘Olympus’ dağı ismini, ‘Ölemez’ Dağı’na çeviren Oğuzların ardılı ‘yörüklük’ üzerine yazmalarım (5.1.97 Hürriyet, 13.10.97 Radikal) daha sonraya rastlar.

Kars Platosu merkezine bağlı su yataklarıyla tengrici Oğuzlara yol açan Coruh vadileri ve Kelkit Çayı çakışmasıyla ulaşılan Oğuzların Anadolu’ya yerleşme ve yurt edinme sürecinin başladığı büyük Sivas Platosun'u (Son Oğuzlar, 8.9.97 Radikal) yazmam da sonraya rastlar. Evet, Kaf Dağı Masalları anayurdu Kars Platosu’na girme vakti idi.

Fakat bu kez, Turki dillerden birisini kullanan, Anadolu'yu Tengrici Oğuzlarla birlikte evrilerek yapılandıran Hazaralar'ın evet Hazaralar'ın da geride Anadolu'da bıraktıkları kültürel varlıkları ve bunların izleri peşinde Kars Platosu’na yine Kafkaslar'dan girme vaktidir.

Tekin SonMez

6 Ağustos 2009 Perşembe

Oğuzlar, Kars Platosu temel bir imge; Yedinci yazı

Değerli İzleyici,
Altıncı yazıda ben de üşenmedim ve 'Ani’ye gidin’ dedim. 'Kars Platosu merkezli bu içsel platonun yüksekçe bir yerine çıkın ve seyirlik olanları hayal pencerenizde canlandırın,’ dedim. Kendinizi bir an 'Kaf Dağı'na Zümrüdü Anka Kuşu tarafından uçmaya davet edilmiş hissedeceksiniz. Çünkü, Kaf Dağı Masalları, buradan yayılır dünya edebiyatına. Erken yüzyıllarda kulaktan kulağa yayılan Binbirgece Masalları’nın betimi ile varsıl düşsel 'pırlanta üçgen burasıdır,’ dedim. Yanılttım mı sizi?

Pırlanta üçgen burasıdır, derken Ani üzerine, tarihin belli bir evresine vurgu yaptım. Bu vurgu o dönem nüfus hareketleriyle kitleselleşen bir evre için yapıldı. Bunu yok mu sayacağız? Tarih adı verilen yitik insanlık durumlarına, sırası geldikçe analitik bakışlarla eğileceğim.

Bugün Kars Platosu derken, orada varsıllaşan insanlık durumunu peşinden sürükleyen kitleselleşen ve yazınsal metinlere yansıyan nüfus hareketleri, bir roman yazarı olarak kullanılan dil ile imgelem kurabilir ve bu imgelem, bir dilin varoluş temelini de saptamayı gerektirir o yazar için. Bu satırların yazarı Türkçe yazınsal metinler peşinde koşmaktadır. Birincil iletiş dili, her yazarın kaçınılmaz bir bağımlılıkla katlanmak zorunda kaldığı kaçınılamaz bir durumdur. O yazar dilinin geçiş evrelerini, yaşadığı dönemde kitleselleşen nüfus hareketlerini görerek izlemeli en azından neyi neden yaptığını düşünmelidir, derim.

Bu kez Ani'den geride kalan örenler üzerinde, çevresinde konuşulan bir dil, yazınsal metinlerle evrensel diller ailesine katılan bir dil, Türkçe, nereden, nasıl neden ortaya çıktı, burada kısaca buna değiniyorum.

Salt Oğuzlar adı altındaki kavimler Kars Platosu'na inmedi. Oğuzlarla birlikte bugün kullanılan Türkçe de Kars Platosu'na indi ve Anadolu'ya yerleşti. Evet, 6. 7. 8. yüzyıllarda Kafkaslardan dalgalar halinde inen ve Kars Platosu'nu aşan tengrici Şaman Oğuz boylarına özetle bakalım.

Otlak başat döngüsüne bağlı yazlak ve kışlak yaşam koşullarında kültürel altyapısını oluşturan bugünkü ‘Yörük’ halkın öncülü olan Oğuzlar, fetih sözcüğünü öğreninceye dek tarih sahnesinde kendileri için tarihsel rollerini Anadolu ile evrile/dönüşe sürdürmeyi başardılar.

O günkü ‘Oğ-Uzlar’dan ya da ‘Og-hurlar’dan bugün geriye ne kaldı?

Oğuz Türkçesi’nde bir diyalekt dönüşümü (transformation) oldu ve (r) gitti (z) kaldı. Oğuzlar ile Oghurlar arasında fonetik sessel (phonetik) ayrışma ve kendi değişik açılarında göreceli farklılaşma evresinin, 3. yüzyıldan önceye rastladığını ileri süren bilimsel görüşler var.

Demektir: ‘Oğuzlar’ başlığı altında toplanan göçer - konar yani ‘fetih’ değil otlak başat döngüsü’ne bağlı yazlak ve kışlak peşinde yaşam koşullarını oluşturan kavimler (a multi-familial social grouping) erken üçüncü yüzyılda tarih sahnesinde görünmüşler ve göreceli olarak proto-Oğuz Türkçesi’ni konuşmuş: Orhun, ‘Orkhon-Orkhun’ yazıtları ile (689) başlarından geçen öyküleri de yazmışlar.

Oğuzlar değişik zamanlarda değişik başlıklar altında değişik yerlerde ortaya çıkarken yaşamın sürekliliğini pekiştiren, sağlayan ikilik değil; yazlak, kışlak ikilisindeki (the dialectical presentation) diyalektik sunuyu (yaratının nimetini) gözden kaçırmadan; buna bağlı doğaçtan dualizm çerçevesinde, her bahar doğanın yeniden doğuş çemberiyle kuşatıldıklarına inanarak ‘yazlak’ uğruna ova, dağ, bayır aştılar ve bu çemberin öte ucundaki kışlak’a çekilip ilkyazı beklediler.

Sanal ya da hayali olmayan bu kılgıcı yaşam, ‘gök tengri’ ile ‘yer-su’ arasında değiş tokuş inancasını, öteki Türk kavimlerine oranla Oğuzlar’ı yakın dönemlere dek kendi özgül durumlarıyla bir arada tutmayı başardı. ‘Yörük’ başlığı altında göreceli olarak varolan gerçeğe, bugün Muğla-Denizli sınırlarında yaz bitip güz başlarken, Köyceğiz, Sandraz Dağı, Çiçek Baba doruğunda tanık oluyoruz.

Yazlak ve kışlak, bu kılgıcı yaşam, nesnel hayatın, dünyasallığın; dünyevi olmanın sürekliliğidir onlar için.

‘Kışlak’ vakti nedeniyle ‘kurban’ keserek ayrılık töresini yerine getiriyor ve bir yıl sonra yine buluşmak üzere hem birbirlerine hem de doğaya ‘hoşça kal’ diyerek; yaz/kış döngüsüne, bu düalist diyalektik birliğe doğaçtan uyumla yaşıyorlar. Türkçe’yi koruyup konuşuyorlar.

Burada ‘temel kültürel bir imge’ yeterince ortaya çıkmaktadır. Bir kavimler birliği olarak ‘Oğuzlar’ ismini pek çok metinde, tarihin değişik dönemlerini ve değişik yerlerini tanımlama, betimleme nedenleriyle görüyoruz.

Tekin SonMez

2 Ağustos 2009 Pazar

Kars Platosu’nda Uygarlaşma Kilometre Taşları; Altıncı yazı

Değerli İzleyici,
Üçüncü yazıda; ‘Üşenmeyin ve Ani’ye gidin’ dedim. Kars Platosu merkezli bu içsel platonun yüksekçe bir yerine çıkın ve seyirlik olanları hayal pencerenizde canlandırın,’ dedim. Kendinizi bir an 'Kaf Dağı'na Zümrüdü Anka Kuşu tarafından uçmaya davet edilmiş hissedeceksiniz. Çünkü, Kaf Dağı Masalları, buradan yayılır dünya edebiyatına. Erken yüzyıllarda kulaktan kulağa yayılan Binbirgece Masalları’nın betimlediği 'pırlanta üçgen burasıdır,’ dedim.

‘Kars Platosu üçgenler üzerindedir,’ başlıklı beşinci yazıda; ‘..sulama, kentleşme, uygarlaşma gibi feodal aristokrası için zevk koşulları da oluşmuş,’ diyerek Ani üzerine bir saptama imgesi yaptım. Fakat Ani ve Kars Platosu’nun evrilme süreci konusunda bir şey söylemedim. Bu imgelemi, salt; ‘..sosyal örgütlenme feodal aristokrasiyi hazırlama performansı..’ gibi ikincil bir tümce ile destekledim.

Burada feodalizm/derebeylik ve Doğu toplumları konusunda bir çalışma alanına girme niyetim yok. Fakat Kars Platosu imgelemi ile buranın salt yüz, yüz elli yıllık geçmişinden mi söz edelim? Bu sınırlı yaklaşım, Kars Platosu tarih imgelemi için yeterli olur mu? Neden feodalizm/derebeylik! Buna dönelim.

Batı Roma İmparatorluğu’nun (İÖ. 27-476) yıkılışı ve bunun sonucu olarak toprağa bağlı köylülük üzerinde yapılanan düzenin feodalizm/derebeylik olduğunu biliyoruz. Bugün Güneydoğu Anadolu’da görülen, kendilerine verilen toprağı işleyerek geçimini sağlayan, karşılık olarak efendisine toprak kullanım bedeli ödeyen bir tür çiftçiler, Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölündüğü tarihle, yeni bir sınıf olarak tarih sahnesine çıktılar.

Ardılı gelen evre için Marx, derebeyliğin çözülme ve anamalcılığın ortaya çıkma süreci olduğunu söyler ve bunu ‘ilkel birikim’ diye adlandırır. Bu süreçte pek çok şeyin ticari alım satım nesnesi olması, toplumda farklı bir sosyal yapılanma yaratır/yarattı.

Derebeylik tarihsel evrilme içinde bir ara konak işlevi ile ileriye dönük bir evrilme olsa da çağımıza göre geri kalmış bir düzenektir. Ani Krallıklarına ise feodalizm derebeylik tanımı ile yaklaşmanın ve burada iz sürmenin fantezi değil çağına göre gerçekçilik olduğu kanısındayım.

Bu anlamda Ani, tarihsel evrilme düzeneğine bağlı kalarak, feodal krallık/derebeylik olarak gerekli sosyal ortamı gerçekleştirmiş bu sosyal/siyasal ve ekonomik konumuyla dönüşerek Kars Platosu’na; ardılı evre anamalcı/kapitalist ilişkilerle yansımış. Ani, en yüksek feodal kent uygarlığına, bağımsız Hıristiyan Gregoryen Prenslikleri döneminde ulaşmış. Bir şey daha var; şöyle ki Ani, bazı Avrupa ülkelerinden önce erken/kapitalist ilişkilere geçmiş.

Örneğin derebeylik sistemini Britanya Adasını istila eden Normanlar (1076) İngiltere’ye taşıdılar. Derebeylik ardılı gelen anamalcı düzenekle pek çok şey ticari alım satım metası oldu ve toplumda devingen farklı bir sosyal yapılanma ortaya çıktı.

Tüm bunlarla Ani’de feodalizm yerini anamalcı ilişkilere devretmek üzere doğal hazırlıkları yapmış ve ‘..Ani bu çevrenin kalbi olarak beyinsel gelişmelere dayalı ekonomik, sosyal yapılanma, ulaşım, sulama, kentleşme,’ koşullarını da yaratmış, diyorum. Bunun dönemsel coğrafi düzlemde nesnel tarihi koşulları ve örneği de var.

İşte hemen Kuzey’de ‘Hazar İmparatorluğu’ imgelemi ile tarihsel dizgeleri de, yerleşik durağan zihinleri de karıştıran ve 6./10. yüzyıllarda Kafkasya'yı aşağıdan dalga dalga saran Arap istilasına karşı koruyarak, böylece hem Avrupa’yı, hem de Kars Platosu’nu koruyarak varolan feodal devlet. Evet! Hazaralar! ‘Hazarya, Doğu Avrupa’nın ilk feodal devletlerinden biridir,’ diyen Artamonov’a kulak verelim.*

Değerli İzleyici,
Çevresine göre erken yaşanmış sosyal/siyasal/ekonomik evrilmeler coğrafyası ile içselleşen Kars Platosu’nun kalbi olan Ani’ye üşenmeyin gidin, yüksekçe bir yerine çıkın ve seyirlik olanları hayal pencerenizde bir kez daha canlandırın ve orada hayal üçgenleri kurun...

Sevgi, içtenlik
Tekin Sonmez
*Artamonov M.I.‘Khazar History’ Leningrad, 1962, akt; A. Koestler

31 Temmuz 2009 Cuma

Kars Platosu üçgenler üzerindedir; Beşinci yazı

Değerli İzleyici,
Kars Platosu, inanılmaz üçgenler üzerine kurulmuştur. Kurulmuştur sözü eksik kalır, kondurulmuştur. İster kondurulsun, ister kurulsun, Ani, bu büyük üçgenin tam odak noktasında, merkez olur. Bu neden böyledir? Yanıtını bekleyelim.

Şimdi Ermenistan sınırları içinde bulunan dorukları karlı Alagöz Dağı ile Türkiye sınırlarında bulunan Ağrı (Ararat) ve hemen batıda Dumanlı Tepeler’in ortasındaki eğimli ılıman üçgen platoda kurulmuş Ani.

Bu satırların yazarı, ‘Hayal Üçgenleri’ diye bir tanımla yaklaşır bu büyük platoya. Bu büyük üçgenin tam odak noktasında Ani, üç ünlü dağ ortasındaki “hayali üçgenler”den birisidir yine yazarımıza göre.

Tarih öncesi zamanlardan günümüze ulaşan meyva ağaçları fosilleri, üzüm kütükleri kalıntıları, bu çevrenin yani bu ‘üçgenin’ hem verimliliğini hem de kutsallığını kanıtlar.Üzümden üretilen şarabın erken hıristiyanlık’tan önce pagan totemik Anadolu doğacı ruhaniliği’nin kutsal içkisi olduğu, üzümün, şarabın anayurt Anadolu’da ortaya çıktığı ve geç/paganizm erken hıristiyanlıkta farklı işlevlerle dünyaya yayıldığı unutulmamalı.

Doğa tapınımı kutsama ve kutsanma ritüelleri için Ani’de dünyanın en has şarapları yapılırdı ünlü ve zengin olduğu günlerde. Arpadan yapılan bira mayalı içkiler de ilk kez Ani’de ticari meta olur çevreye yayılır.

Ani, bütün bu verimli çevrenin kalbi olarak beyinsel gelişmelere dayalı dinsel, ekonomik, sosyal yapılanma, ulaşım, sulama, kentleşme, bayındırlık, uygarlaşma ve feodal aristokrası için zevk koşullarına da egemen olmuş. Böyle değilse arkaik dönemiyle İ.Ö. beş binlere ulaştığı söylenen Ani, nasıl olur da böyle bir üçgenin merkezi olur?

Doğrusu insana ait estetik; sosyal örgütlenme feodal aristokrasınin hazırlanışına ve yükseliş performansına koşut olarak elbette talan yağma ve mafyalaşma için de gerekli ihtiyaçların hazırlanışına nasıl merkez olur? Kars Platosu için şu kesin söylenebilir; Avrupa’da ortaya çıkan feodalizm, bu yakada toplumsal evrilmenin (buna bağlı topraksız köylü sınıfı oluşması) motorları olarak, Ani Üçgeni içinde erken yüzyıllarda ortaya çıkmıştır.

Daha arkaik evrelerdeki çok dillilik ile çok dinlilik, ya da paganizme koşut, ateizm saygın bir hoşgörü ortamı edinmiş Ani’de. Neden? Nasıl?
İyi de bunların oluşması için coğrafi koşullara dayalı sosyo ekonomik taban var mıdır? Ortaçağ feodalitisini vareden Ani salt bu coğrafi koşulların ürünü müdür? Ardıl yazıda bunlara değineceğim.

Tekin SonMez

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Kars Platosu Saklı Tarihi; Dördüncü yazı

Değerli İzleyici,
‘Tarihin gerçekte nasıl olduğu,’ diye yola çıkan pekçok kişinin, şöyle ki ‘nasıl olduğu’ konusunu; kendisince nasıl olduğu varsayımına ulaştırdığı görüşü ileri sürülür çoğu kez.

Böyle diye tarih konularına sırt mı döneceğiz Değerli İzleyici!

Yazılı metinleri erken tarihlerde yansıtan öteki toplumlara oranla, yazılı metinlerle, hani biraz ‘küsmüş’ gibi daha gecikmeli içli dışlı olmaya başlayan bizler, tarih ve tarih yazıcıları hakkında böyle yargılar oldu diye, evrensel dillerden birisi olan Türkçe ile ve çağdaş Türkçe kavrayış duyumuyla kalemlerimizi oynatamayacak mıyız?

Tarih felsefesini ideolojik sapmalar için kullananlara karşı sesiz kalıp,okuma yazma bilmez romatik Deli Dumrul rolü mü oynayacağız!

C.W.Ceram şöyle yazar: ‘Herodot’u ele alalım; ona tarihin babası deniliyordu, aslında yalan babası dememiz gerekir. Thukydides, Tacitus de öyle... Daha sonraki tarih yazmışlardan Herder, Carlyle, Nietzsche’den Spengler ve Toynbee’ye kadar nice gözüpek kalemden hiç söz etmemek daha iyi!..’ *
Bizim de en azından bir süre Ceram’ın sıraladığı ‘gözüpek kalemler’ gibi, bizlere uzak tutulan konulara yaklaşma haklarımız olmayacak mı?

Bununla birlikte ölçüyü elden kaçırmamak, yansızlık ilkesine eskilere oranla tutarlı bakmak, belki bu tutum bizlere güvenilir bir soluk alma olanağı sağlayacaktır.

Özenli tutum, ‘yalan babası’ diye adlandırılmaktan yeğdir ve iyidir!

‘İbni Haldun, toplumbilim’e tarih felsefesi ile varırken,’ tarihçilerin yanılma nedenlerini de sıralamış. Bununla birlikte her sözünün sonuna ‘doğrusunu tanrı bilir’**diyecektir.

Tarihle ilgili konulara değinmek yine de kimi insanları, çevreleri rahatsız eder. Tarih felsefesini ve bununla bileşik kap gibi algılanan din tarihi ve felsefeyi kendileri için özgür bir yorum alanı olarak görenler vardır.

Onları anımsadığımızda, tek sözcük bile yazamayız. Böyle durumlarda, yıllardır bekleyen pekçok konunun unutulup gitmesine ve belgelerin yok olmasına göz yumacak ve; bunlardan ötürü de tarih felsefesini, ‘kendileri için yorum’ özgürlüğü gibi algılayanlara meydanı boş bırakmış olmayacak mıyız?

Bununla birlikte tarih konularını öznel/göreceli yorumlardan çok belgesel varlıklarla ele almanın ve yaşanmakta olanları düzenekli dizgeler ve ‘anlık tutanaklar’la gözler önüne sermenin bilimsel buluşlarla kolaylaştığını görüyor ve işte buradan yola çıkıyoruz.

Tekin SonMez

*Tanrıların Vatanı Anadolu, s:91-92
**Aktaran Düşünce Tarihi, Hançerlioğlu, s:167

26 Temmuz 2009 Pazar

Kaf Masallarından bir kent Ani; Üçüncü yazı

Değerli İzleyici,
Üşenmeyin ve Ani’ye gidin! Kars Platosu merkezli bir pırlanta üçgen olan bu daha küçük içsel platonun yüksekçe bir yerine çıkın ve seyirlik olanları hayal pencerenizde canlandırın!

Kendinizi bir an 'Kaf Dağı'na Zümrüdü Anka Kuşu tarafından uçmaya davet edildiğinizi hissedeceksiniz. Çünkü, Kaf Dağı Masalları, buradan yayılır dünya edebiyatına. Erken yüzyıllarda kulaktan kulağa yayılan Binbirgece Masalları’nın betimlediği 'pırlanta üçgen' burasıdır.

Arkaik dönemiyle İ.Ö. beş binlere ulaştığı söylenen Ani, kutsallıkla ticareti, barış içinde uygarlaşma ile hoşgörüyü, mimarlığı sanat özünde birleştiren “üçgen” bir plato olur.

Tarih öncesi pagan-totemik tapınım ritüellerine kaynaklık yapması, buranın Hurri ve Urartu'dan geride kalan arkeolojik varlıklarıyla anlaşılıyor. Kent, daha sonra İsa (Christus) adına kutsanır.Merkezi otonom yerleşimin ilk kez İ.Ö. dört yüzlere kayıtlandığı söyleniyor. Bu üçgen için bir “hoşgörü toprağı” tanımı yakıştırılması, geçişken çok kültürlülük sonucu kozmopolit (katışımcı/sentezci) bir uygarlaşma anlamı içeriyor olsa gerektir.

Kale ve sur dışında bugün bile gözle görülebilir Urartu ya da Hurri pagan dönemlerine ait mağara-mezar kalıntılar dışında, o dönemlere ait ruhani tapınaklar henüz arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılmış değil.

Buna karşın Zerdüşizme ait olduğu söylenen çok önemli bir tapınak son yıllardaki kazılar sonucu ortaya çıkarılmış. Ayrıca bezir yapılan yer bezirhane bulunmuş.Bezir yağını kullanan ve “şamanizm” gibi ateşin kutsallığını öne alan “zerdüşizm” de felsefel yapılanması ile Ani’de öteki kültürlerle birlikte yaşama imkanı bulmuş.
Bunların arasında kendisini öne çıkaran erken Hıristiyan Gregoryen ruhani liderliği ile birlikte Ani kozmopolit ve metropoliten bir yapılanmayı da başarmış. Arap kavimleri’nin kargaşaları dönemlerinde tehlikeye giren güney İpek Yolu güvenliğini yitirince, Kuzey İpek Yolu feodal krallık başkenti olan Ani’den geçmiş.

Bu durum, Ani Uygarlağı’nın doruğa ulaşmasına ve göz kamaştıran zenginliğe sahip olmasına yol açar. Bu gelişmeler talan ve yağmayı da davet eder. Ani’nin, Arap ve Bizans yıkımına uğradığı söylenir.

Kars’dan 250 metre aşağı deniz seviyesine yakın olması, hemen doğu sınırlarının önünden Arpaçay’ın derin kanyonlarla akıp gitmesi, Ani ve çevresine ılıman bir iklim özelliği vermiş.

Tekin SonMez

24 Temmuz 2009 Cuma

Evrensel insan algısı ve Kars Platosu; İkinci yazı

Değerli İzleyici,

Kars Platosu’nu ve Kars’ı biraz daha yakından algı merceğine sürelim.
Yaratıcı us ile akıl süzgecinde sınamadan, kolay görünen her şey yanıltabilir. Şöyle ki, devşirmeci zihinler için çok kolay bir yoldur hemen ‘Kars Platosu’ tanımını bir yerden alıp bir tanıtım panosuna asar gibi ezberden kullanmak. ‘Kars Platosu’ betimi ile nereye, neden gönderme yaptım? İzin verin görelim, bakalım bir kez daha!

İlk kez 2004’te yazınsal metin düzeyinde yaygınlaştırdığım bu tanım için ne tür altyapı düşünceleri üretmişim, bir an geriye dönelim, evet.

‘Çok kültürlülük, çok dilli olma özelliği, farklı eğilimlerin, inancaların bir arada hayat bulması ve ortak doğrularla, bir arada yaşama ilkesi, Kars Platosu’nun bir coğrafya olarak tarih katlarını açımlayan, özümseyen bir duyumu da sergilemektedir.*

‘Bir ucuyla Kafkas Sıradağları eteklerine, Doğu Karadeniz’e ulaşan, Coruh Irmağı kanyonları, Soğanlı Yaylaları üzerinden öteki ucu ile Kelkit Çayı’ndan Sivas Platosu’na, Kapadokya’ya açılan, daha aşağılarda Ağrı Dağı çevresini dolanıp Urartu zaman tünelinden Hazar Denizi’ne çıkan; tarih katlarıyla, zaman tünelleriyle Hazara İmparatorluğu’na, Hititlere, Hurrilere ve Oğuzlara dek bütün bu çevreyi algılama ve yansıtma metaforlarıyla; im ve simgeleriyle kapsayan çok renkli ortak payda platformu olan Kars Platosu’nu, kültürler arası geçişken insanın humanist ortak payda noktasını bularak öyküleyebilirim, diye düşündüm.’*
Kars Platosu Öyküleri’nde, yazınsal metin düzleminde sınama yolunu kullanarak, bunları söylemişim.
Bir tanım daha yapmışım;
‘Kars, büyük platformun, büyük platonun uygarlık merkezi ve adıdır. Tematik olmaktan çok, binlerce yıla dayalı lirik söz ve yazınsal metin geleneği olan Binbir Gece Masalları’na Ani İpek Yolu ile katkılar da sunan Kars Platosu’dur burası. Kars Platosu Öyküleri, bir açıdan geniş zamanların öyküleridir.’ Bugün de bu düşüncedeyim, evet.

Evrensel insan algısına giden yolda okurunu arayan, ‘BenAras’ adlı romanın yazarı olarak bu düşüncem sürüyor.

Bu nedenle ‘Kars Platosu’ başlıklı bu blog burada, evrensel insan algısına giden yolda sizlerle birlikte olacak.

Bu blog, evet sizlerle yazınsal metinlere yaklaşma ortak paydası altında, yazınsal metinleri yaratma ereğiyle buradadır evet. Yazınsal metinler olmadan uygarlaşma olmaz! Kars da, Kars Platosu da olmaz!

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez

*Kars Platosu Öyküleri, Tekin SonMez, öykü 2004, NİS Media Y. İst

21 Temmuz 2009 Salı

Kars’a doğru, Bir dünya kenti; İlk yazı

Değerli İzleyici,

Arka planda Kars Platosu ile kendisini merkez yapan blog birkaç ayrı ölçekle ele alınabilir. İki ayak üzerinde yürümesi için bu blog, makro planda Kars Platosu, mikro planda bir dünya kenti olan Kars üzerine kurulucak. Biraz heyecanlı şimdi trenle Kars'a doğru yola çıkıyoruz.
Ara sıra ‘multikültürel’ bir postmodern havası gösterebilir bu blog bir ‘Kars mistisizmi’ havasını kendisine gündem maddesi yapabilir.

Burada: a) postmodern, b) Kars mistisizmi, c) multikültürel gibi üç anahtar sözcük kullanıyorum. Şimdi bu üç tanımı biraz açalım.

A) Postmodern şöyle, bir büyücü gibi kaç milyon yıl önce oluşmuş eşsiz Kars Platosu’ndan görselliklerle sizleri yola çıkarıp humakuşu ya da garudanın kanatlarıyla uçurup günümüze getirip konduracağım.

B) Kars mistisizmi, terimi ile hiç bir yerde karşılaşmadım daha önce. Burada bu blog üzerine bu notları düşerken, bu görsel malzemenin içsel dinamikleriyle bu tanım kendiliğinden dilimin ucuna bir betimleme olarak geldi. Kars mistisizmi tanımı bana göre çok/kültürlülüktür ve temellerini arkaik uygarlıktan almaktadır.

İçsel dinamikler tanımını da açmalıyım. İçsel dinamikler, geniş çok renklilik özü ile etkin bir devingenliğe sahiptir. İçsel dinamikler bir diğer yanı ile de arkaik uygarlıklarla temellerini atmaktadır.

C)Çok/kültürlülük tanımı ise burada çok renklilik bağlamında teknik bir açıklama, bir mozaik betimi gibi anlaşılmalı. Bu üçleme, yani a, b, c şıkları sonuç olarak dönüp dolaşıp bizleri aynı noktaya getirir.

Bu nokta, coğrafi bir termin olarak Milyon Yıllık Kars Platosu merkezinde ‘Kars mistisizmi’ kent kapılarını da açacaktır bizlere...