30 Aralık 2010 Perşembe

Kars Platosu, Coruh Kanyonları, antrapoloji yerel tarih ve çocukluk anıları; ‘Soyaile’ Onur Büyüğü Sayın Celal Şenocak ile söyleşinin ikinci bölümü

Geçen yüzyılın ilk çeyreğinde başlayan ve ikinci çeyrek dolmadan hızla atak yapan Batı'ya dönük nüfus hareketleri boş kalan köyler ve farklı insan dalgaları ile Kars Platosu insan haritasına bir damga vuruyor, demiştik.

Bugün bir söyleşi var. Bu söyleşide ne var? Şu var! Daha on, on iki yaşlarında mandolin ve mızıka çalmayı öğrenen Celal Bey, sadece bir dönem yaşadığı öğretmen okulunda keman ve cümbüş çalmayı da kısa sürede öğreniyor. “Müziğe karşı ailece kabiliyetimiz var bizim. Hepsi bilir, hepsi okur.. Cemal abimin çok güzel sesi vardı, babamın da öyle..” diyor.

Bardız’dan Sarıkamış’a taşınma sürecini Cihat Bey (1941) söyleşisinde izlemiştik. Bunun ederi-tutarı nedir bunu bugünkü söyleşiden öğreniyoruz. Bu konuda yeni yazılar: http://tekinsonmez.blogspot.com ve http://aktifetkin.blogspot.com adreslerinde.

Bu anlatıda başka neler var? Ailenin ticaret ortamında kulvar değiştirme süreci de var! Bakın orada neler oluyor!

Değerli İzleyici,

Baba, dede mesleği arıcılık, balcılık, baba dede ocağından başka yere taşınıyor. Alım satım işinde Sarıkamış’ta yedi yıl (60’lı yıllar) başarılı olan Celal Bey, perakende ticareti amca Maksut Bey'e bırakıyor ve tüm yaşamını kapsayacak olan bal üretimine dönüyor. Bugün de bunu sürdürdüğünü öğreniyoruz. En önemlisi de Kars Platosu’nu, ata toprakları Soğanlı Yaylaları’nı, Coruh Kanyonları’nı terk ederek Batı’ya Kayseri’ye geçişin tarihini öğreniyoruz.

Bugün mektup da değil, farklı bir tür var. Söyleşi! 1941 ile başlayan ve 60’lı yılların sonlarına sarkan özet bir öykü. Bugün teorik açıklamalar yok! Evet! Fakat! Değişmez bir gerçek var! Tarih bilinci olmayan toplumlarda yazı/yazın, kitap ve okuma bilinci de olmaz. Şimdi söyleşiyi izleyelim. Soyaile onur büyüklerinden (1928) Sayın Celal Şenocak 1940-1960 yıllarını buraya getirecek...

Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez, Stockholm, 30 Aralık 2010Sevgili Celal Abi, geriye dönüşler olacak, Kars Cilavuz Köy Enstitüsü.. Beş sınıflı bir okul var mıydı Bardız'da, yoksa ilkokulu Sarıkamış’ta mı okudunuz?

İlkokulu Bardız’da bitirdim. Tabii beş sınıflı bir okul. 41’de galiba, Cilavuz’a gittim. Biraderle beraber gittim. Şöyle, o Sarıkamış’ta ortaokula gidiyordu, ben ilkokulu bitirdim. Cemal abim geldi, dedi ki, baba, bu çocukları niye vermiyorsun (Cilavuz’a) öğretmen olsunlar, filan... Babamı ikna etti. Kabul etti babam da, 41’di galiba, o ortaokul birden gitti, ikinci sınıftan öğretmen okuluna başladı, ben birden başladım. Öyle okuduk, ondan sonra geldik izine.
Celal Abi orada ne yaptınız, biraz onu anlatır mısınız? Cilavuz Köy Enstitüsü’nde nasıl bir hayat geçti, ilk yıl.. Evden ayrıldığınız için çok üzüldünüz mü?

Yook, yok, Tekinciğim, üzülme filan yok orda, hatta dördüncü beşinci sınıf öğretmenleri, abiler vardı Bardız’dan, biz gittiğimizde daha ilk mezunu vermemişti.

Bir fotoğrafınız var, bir herg zamanı gibi.. Bir boyunduruk, öküzler.. birisi boyunduruğa binmiş işte hodaklık yapıyor. Siz orda yanda duruyorsunuz. Herg zamanı haa.. Hodaklık o işte.. Evet! Onu, o fotoğrafı anlatın bize. Ne oluyor orada? Üretim değil mi Celal Abi?

Şimdi orda tarlalar var okulun.. orda o işleri de görüyorlar.. üretim de oluyor, kışın okuyoruz, yazın oralarda çalışıyorlar. İzin hariç. Bir ay mı ne izne geliyoruz.

Bardız’dan, yakın olan kimse var mı bu fotoğrafta?

Şu galiba Hüseyin’le, Hasan var ya onun küçüğü. Bu benim! O Hüseyin. Dört tane, biraderin, bir de Hasan’ın, dördümüzün resmi.

Nasıl oldu.. piyango çekilir gibi, niye siz okuldan alındınız?
Babam (iş bölümü) yaptı.. onu zayıf gördü, dedim ya, Kiram abiye, oğlum sen çalışamazsın bu adamlarla, dedi.. anladın mı.. O kalmak istedi ama.

Sağlık bakımından mı ona tarım yapamazsın mı dedi?

Tabii tabii. Ben daha sağlıklıydım ona göre, dedi ki, sen çalışamazsın onlarla. Celal kalacak, sen gideceksin’ dedi.

Karar verdi! Size fikrinizi sormadı mı?

Sormadı! Zaten Remzi Bey (Çakır) vardı, Eğitim Şefi, biliyorsun akraba olur o bize, Remzi Bey'e mektup yazıyor ki Celal’in kaydını sil. O da kaydımızı silmiş, böylece biz ertesi sene artık gidemedik.

1946'da askerlik geldi. Celal Abi, sonra o araziler, bıraktınız mı?
Tekinciğim, babam o 50 dönüm araziyle evler.. afedersiniz ahır mahır, davar da vardı, hem sığır hem davar, büyükbaş, küçükbaş.. oraların tamamını 10 bin liraya sattı. O evleri ve 50 dönüm araziyi, çayır, tarla.. öyle tarla var ki, 15 bin metrekare. 15 dönüm...

Siz okuldan döndüğünüzde bir de müzik aletiniz vardı...
Mandolin çalıyordum. Mandolin, mızıka da çalıyordum, gitmeden evvel.. keman, cümbüş, onları orda öğrendim.. bir sene zarfında 15 günde mandolin çalmayı öğrendim.

Sanata karşı..kabiliyetiniz varmış sizin Celal Abi.
Tekinciğim, müziğe karşı ailece kabiliyetimiz var bizim. Hepsi bilir, hepsi okur ve bilir. Cemal abimin çok güzel sesi vardı, babamın da öyle. Çok güzel... Gençliğimizde.. o kadar zor ki gençlik hikayeleri çok uzun. Ben hatırlıyorum da yani böyle unutamadığım önemli şeyler işte o iki tanesi, anlattım sana. Bir de Bardız’da yıkanırken çayda...

Odun çekme öyküsü müthiş! Çimmek mi dedin Celal Abi?

Çimmek! Evet! Kemal ağbim, Kirem abi de var galiba, biz giderdik, bizi tutar suya sokardı.

Elbiseyle mi, hangisi?
Elbiseyle, elbisesiz. Kemal abi...Suya sokardı? Ben korkuyorum sudan. Boğulma! O günden.. şeyinden sonra korkuyorum sudan. O da tutar bizi suya sokardı yahu, halbuki ben.. ben sudan rahatsız olduğum için.. o da alıştırmak istiyor. Haa, alıştırmak istiyor ama, ee ben yüzme bilmiyorum ki. Yüzme sonradan öğrendik tabii, o Bardız çayı büyük biliyorsun. İşte devamlı yazın çayda yıkanırdık, onlar da.. onlar gençti, biz çocuktuk...

1954, Bardız 29 Ekim anısı üstteki fotoğraf. Sizin, Cihat Bey ile Sarıkamış'a taşınma yılınız. Sonra ne oldu aileye.. birdenbire Kayseri’ye geldiniz siz. Kaç yıl oldu.. nasıl oldu?

Kayseri’ye ben şöyle geldim, Bardız’dan Ankara'ya gitmeyi düşünüyordum… tabii arılarla beraber.. ben Sarıkamış'ta bir yedi sekiz sene kaldım.. dükkanımız vardı bizim, hatırlar mısın? Dört yol ağzında çok güzel bir dükkan, üstü otel. Orda dükkancılık.. bir bakkaliyemiz vardı, yedi sekiz sene bakkaliyelik yaptık, çok güzeldi.

Belki sekiz on sene ticaret. Evlisiniz, çocuklar var mı?

O zaman evliydim evet! Çocuklardan birkaç tanesi orada doğdu.. Evet epeyce bir bakkaliye yaptım, bayağı da çok, çok güzel bir iş yaptım, epeyce sermaye de edindim. Tabii bir defa otel! Otel bakkaliyenin üstünde, o kirada.. altta dükkanlar var iki tane. Amcam dedi ki biraz da ben yapacağım.. ticaret.. baktı ki faydalı oluyor ya, ee amcam.. amcam Şenkaya’da.. Dedi ki biraz da ben yapacağım dedi... biraz da bana çalışsın dedi.. dükkan müşterek babamla, otel şu bu.. peki dedim sana devredeyim, tamam dedi. O zaman arıları var amcamın, 120 tane miydi, pardon 90 mıydı neydi?

Evet! Şenkaya’da.. öyle bir kuraklık oldu ki, üç ay yağmur yağmadı hiç, hayvanlar hiç bal bulamamışlar... Hiç.. 90 taneden 21 tane arı kovanı kalmış.. gerisi ölmüş.. ölmüşler. Amcama dedim ki, o kalan arıları, arıları bana ver dedim. Kalan arıları bana ver, dükkanı sana vereyim. Ha.. o bana sattı arıları, ben dükkanı ona devrettim. Gittim orda, onun bir yerleri var, bir küçük.. bir tarla var, tarla gibi.. orada bir de, gene bir gözlü yerler var, orayı da onardım, amcamın orda..

Hanımı da götürdünüz mü çocukları?
Tabii hanımı çocukları da götürdüm, çocukların üç dört tanesi de vardı o zaman...


İlk arıcılık böyle başlıyor, sizin şahsi hayatınızda.
Öyle oldu, ben işte dükkandayken yine arılarımız vardı. Evet, Hamas köyünde, Yeniköy’de de vardı.

O yılı hatırlıyor musunuz? Siz amcanızın arılarını aldınız ve Şenkaya’ya gittiniz. Kaç senesiydi?
Valla işte o tarihler pek hatırımda yok.

İbrahim Bey yok o zaman daha değil mi?
Şenkaya’da oldu İbrahim.

O zaman Şenkaya’da olduysa onun yılıdır, 1967.
Siz demek ki 1966’da gittiniz Şenkaya’ya.

66’da gittik, yoo orda birkaç sene kaldık.
65 diyelim. Dayımdan, amcanızdan 65’te arıları aldınız.

Evet! Orda arıları.. yirmi tane petek kalmıştı aşağı yukarı.. yirmi bir tane peteği, kovanı vardı aldım. O sene bir ton bal aldım o yirmi bir kovandan. Öyle bir mevsim oldu ki, bakın! İşe bakın! Amcamın doksan kovanından yirmi biri kaldı, ben o yirmi bir tane arıdan bir ton bal aldım. 100 kilo bir kovandan, 21 arıdan bir ton bal aldık… Sattık tabii ve arılar da kırka çıktı. Oğul verdiler, orda üç dört sene kaldım, ondan sonra da Ankara’ya gitmeyi düşündük.

Tabii arılarla beraber.. Keçiören’de mi arıcılık yapacaksınız?
Keçiören değil.. yook şimdi Ankara değil, Ankara’ya gitmeyi düşünüyordum da, fakat abim dedi ki, Kiram abim, orda müfettiş, Bünyan’da.. Kayseri’de müfettiş, ilköğretim müfettişi. Dedi ki Celal, buraya gel bura çok güzel dedi.

Celal Abi geldiğiniz yer Bünyan, yıl 1970 diyelim mi?
Bünyan'a 67’de geldik.. galiba tarihleri unutuyorum! Evet! 1967’de geldik İbrahim kucakta ve arıları çok güzel taşıdık. Bünyan'da o yıl bir güzel ürün aldık.
(Kayseri, 23 temmuz 2008)
Renkli fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez

27 Aralık 2010 Pazartesi

Kars Platosu, Coruh Kanyonları, antropoloji yerel tarih, töre, gelenek, anı, mektup, bir portre; Soyaile Onur Büyüğü Sayın Belkıs (Şenocak) Göktaş...

İlkin bir fotoğraf. Dolu dolu gülümseyen bir anne var köşede. Bu fotoğrafa bakarak bu anneyi ne ölçüde tanıyabiliriz? Poz verme vakti bulamadan objektife yakalanmış izlenimi veriyor anne. Fazladan yorum istemez oradan bakan gülüşü ile mutlu görünüyor. Her anne gibi diyebilirsiniz. Bu fotoğraf ve bu tanıtım yeter mi? Yetmez! Farklı bir açı; 'Sarıkamış1936' adlı blogda logo olan bir fotoğraf var.
Tarihsel perspektif içinde bu fotoğrafı önemli buluyoruz.

Dört erkek kardeşin en büyükleri, o fotoğrafta bulunmayan 1922 doğumlu olan abla nerede? Nerede olacak! İşte bugün, doğumundan yaklaşık doksan yıl sonra burada karşımızda duruyor. Tarihsel perspektif içinde bu anne önemli. Ailenin ilk çocuğu. Söz konusu fotoğrafta o gün bulunmayışı bir talihsizlik sayılmalı. Ne yapabiliriz?

Üst solda 'Sarıkamış1936' adlı fotoğrafta bulunsa, onu o gün on dört yaşındaki haliyle görecektik. Ellili yılların sonlarına göre, bu fotoğrafta üç çocuklu bir anne olarak onu, otuz beş yaş üstünde tahmin edebiliriz.

Değerli İzleyici,

Kars Platosu kültür bağlantılarıyla nüfus hareketleri.. toplumsal algı ve Batı’ya göç sürecinde bir toplumun olmazsa olmazları.. töreler ve kuşaklar arası toplumsal değerlerle oluşan moral bağlar.. ve günübirlik refleksle bunların mektuplara yansıması, etik ölçekler...

Elimizde iki mektup var. Mektuplar bir anneden, (fotoğrafın sol köşesinde dört-beş yaşlarında olan) oğul’a 1987’de yazılmış. Heyecan verici değil mi? Tüm zamanlarda insanlık için çok boyutlu ve duygulandırıcı bir konu.

Etik, estetik ve moral değerler; yaşam ölçekleri. Bunlar her aile için tıpkısı uymasa, tıpkısı söz konusu olmasa bile, genel açıdan toplumsal refleksleri açıklamaktadır.Anne-oğul.. bu konuda D.H. Lawrence, 1913'de yazdığı ‘Sons and Lovers’ ile ün yaptı.(*) Bugün yine her kitapçıda yer açar kendisine ve hemen her evde vardır.

Soyaile onur büyüklerinden bir portre; Belkıs (Şenocak) Göktaş’ın kalemiyle yazılmış tümceler... Bu insanı biraz yakından tanımak için elimizde iki tane mektup var.

Elyazısındaki titreşimlere bakın! Sayfanın işlenişi de dikkat istiyor.

Yirmi beş, otuz yıl var fotoğraf ve mektuplar arasında. Her ne olursa olsun, ‘Sevgili yavrucuğum,’ ünlemiyle bir annenin oğluna yazdığı mektuplar kısacası.

‘Sevgili yavrucuğum; saat dörde geliyor. Baban geldi yemeğini yedi gitti, ablan hala gelmedi ben de işleri bitirip yarı kalan mektubuma devam ediyorum fakat öylesine başım ağrıyor ki yatamadım ağrısından, dedim bari mektubu tamamlayayım.'

İşlek bir dil var mektuplarda. ‘Kusura bakma nokta virgüle bakmadan yazıyorum bir mani çıkar da kalır diye. Bu anda saat 12:29 geçiyor baban 10 kilo şeker almış geldi zam gelecekmiş,’ gibi, günceli de izleyen doğaçlama sözcükler...

Yüreği pır pır.. ‘Güzel kızların sakın iltifatlarına aldanma yavrum. Hemen Vildan’ı düşün (Seni deli gibi seven) ona göre hareket et olmaz mı yavrum,’ diye gurbete, yabancı bir ülkeye giden oğula yazılan mektuplar, hem karşı toplumdaki ayrıklığı hem de kendi toplumundaki ‘modern muhafazakar’ içselliği yansıtacak güçtedir.

‘..çok dikkat et domuz eti yedirirler onlara normal gelir. Sen demedin mi ben domuz eti yemem diye. /../Kilo mu aldın zayıfladın mı? Sakın kilo alma dikkat et. Elbiselerini giyemezsin. Nikahta güzel olmaz.’ ve ‘Lokman hekimin oğluna bir nasihatini yazmadan geçemeyeceğim. Canım yavrum; eline, beline, diline sahip ol.’(6.10.1987, Ankara)

Yukarıda ne dedim! Etik, estetik, moral değerler; yaşam ölçekleri. Toplumsal algı ve Batı’ya göç sürecinde bir toplumun olmazsa olmazları.. töreler ve kuşaklar arası toplumsal değerlerle oluşan moral bağlar ve günübirlik refleksle bunların mektuplara yansıması, şöyle ki, bunlar 'Sarıkamış1936' logosu altında yaklaştığım aile konusuna belgeci bir pencere açıyor, rasyonel bir zemin oluşturuyor.

Sürecek... (Sayın Raci Göktaş ile annesi hakkında söyleşi)

Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez, Stockholm

(*) ‘Sons and Lovers’Anneler ve oğullar arasındaki gizemli bağı açıklayacak belki de insana en yakın romandır.

Bir yazar, okuamadan nasıl yazar olur? İşte bu tür veriler hem yılları, hem de o yazarı arkaplanda ayakta tutar.

1959 son günler, bu romanı bu satırların yazarı Sarıkamış’ta almış, ilk sayfaya ‘Sarıkamış, 31.12.1959 tarini yazıp imzalamış ve okuduğunu belli eden tarihi de son sayfasına 15.1.1960 yazarak imzasını kondurmuş.

İşte bir belge! Vasıf Ülkü Neşriyatı, Vahdet Gültekin yönetimi ile bu kitap Güven Yayınevi şahaser romanlar dizisinde aynı yıl basılmış ve Sarıkamış’a gelmiş. İlk elime geçen kitap bu değil. Hugo'nun 'Hakikat' adlı romanını (Erzurum 1953-54) okumadan önce Sarıkamış'ta başlayan(1949)bir süreç.

İlginç olan şudur; bu roman burada, Stockholm onun yuvasıdır; 1983’te gelirken yanıma aldığım ve bu nedenle de Köyceğiz’de yaptığım bağevinde yanan on bin kadar kitaptan kurtulan birkaç düzine kitaptan birisidir. TS.